Elini Sallasan Ellisi Behçet
Yılbaşı gecesi otelde yaptığı taşkınlıklardan sonra evden kovulan Behçet, soluğu annesinin yanında aldı. Kendisini affettirmek için aklına gelen her yolu deniyordu bir aydır. Her akşam olduğu gibi iş çıkışı doğruca evine gitti. Bir elinde kocaman bir buket, diğerinde Hidayet’in en sevdiği şarap… Başına gelecekleri bile bile çaldı zili. Hidayet iki hafta önce alt kapının anahtarını elinden aldığından beri işi iyice zorlaşmıştı. Evet, önce evin kilidini değiştirmiş sonra da alt kapının anahtarına el koymuştu.
Kar taneleri acele etmeden düşüyor, kol saati ederinin hakkını vermemekte kararlı bir uyuşuklukta, Behçet’in sabrı fırladı fırlayacak bir yerinden derken cevap geldi diyafondan. Hidayet’in sesini duyan Behçet’in nefesi kesildi bir an, dili dolaştı, aklı karıştı…
— Kim o?
— Benim hayatım
— Yine mi sen Behçet?
— Bak canım karıcığım, en azından bir açıklama şan…
Boşa konuşuyordu bizim çırak âlemci, Hidayet çoktan kapamıştı diyafonu. İki semt mesafedeki baba evine doğru elinde çiçeklerle yol aldı çaresiz. Annesi yine camda, yaşlı gözlerle bekliyordu biricik oğlunu. Sokağın köşesinde görünür görünmez bir yandan kendisiyle konuşa konuşa koştu kapıya.
— Gitti, eridi, bitti dalyan gibi çocuk. Ah Hidayet ah, yaktın yavrumu yaktın! Belliydi böyle olacağı, söz geçmiyor ki oğlana. Keşke daha çok diretseymişim zamanında, ah benim akılsız kafam ah! Hey gidi Hamdiye Hanım hey, bir saçı bitliye yedirdin oğlunu ya…
Zilin çalmasını beklemeden açtı kapıyı, ne selâm ne sabah geldi Behçet’ten. Sessizce girdi odasına, kapadı kapıyı, sabaha dek Hamdiye Hanım’ın ayak seslerini dinledi durdu.
…………………….
Kahvaltı her zamanki gibi tam tekmildi, oğlunun sevdiği ne varsa donatmıştı Hamdiye Hanım. Gözlüğünü taktı, saatini çıkardı, kareli gömleğine ve bordo kravatına bir kez daha bakıp gülümsedi annesine. İşte, Hamdiye Hanım’ın beklediği fırsat doğmuştu nihayet, hemen söze atıldı.
— Canının istediği başka bir şey var mı oğlum, söyle yapayım iki dakikada.
— Yok, anne daha ne olsun! Eline sağlık
— Senin canın sağ olsun oğul, yeter ki gül sen!
— Merak etme, bitti o günler. Yeni bir sayfa açıyorum bugün
— İyi yapıyorsun oğlum, aferin sana. Bak Atiye Teyzen de seni sordu geçen gün, yan binadaki, hani kızı vardı Leyla…
— Anne!
— Yok, oğlum yanlış anladın. Kapandı o mesele, yıllar oldu
— İsabet olmuş
— Sade o değil ki hem. Esma Teyzen, Aliye’nin annesi; Yurdanur Teyzen, hani sarı bir kızı vardı, pek şekerdi küçükken. Büyüdü şimdi, bir güzel oldu ki sorma
— Anlaşıldı, bu kahvaltı yaramayacak bize. Ben çıkıyorum anneciğim
Evrak çantasını aldı, ayakkabılarını giyip dış kapıyı açtı. Tam adım atacakken önünde iki ayak gördü ve durdu bir anda. Postacı elinde saman zarfla bekliyordu bıyık altından gülüşüyle.
— Hamdiye Hanım yok mu?
— Ne vardı, bana söyleyin oğluyum
— Tamam, zaten sen lâzımdın bana. Bu zarf sanadır, bir imza alayım delikanlı.
— Nedir bu?
— Karın boşanma davası açmış her halde, Aslîye Hukuk diyor.
— Açıp okusaydın, zahmet ettirmeseydin bize hiç
— Adın yabancı geldi, açardım yoksa. İdare et bu seferlik, bir dahakine bakar söylerim sana.
— Nereden çıktın sen sabah sabah, sayılı mısın yoksa!
Zarfı alıp sinirle karışık bir gülmeyle uzaklaştı oradan. Mahalleden çıkıncaya dek selâm vermeyen kimse kalmamış, sanki Behçet’in geçeceği saate sözleşmişti hepsi. Buna da eyvallah deyip bindi otobüse.
………………….
Duruşma günü gelmiş, annesi Behçet’ten önce hazırlanmış bekliyor kapıda.
— Hayırdır anne, nereye?
— Soru mu oğlum bu şimdi, mahkemeye tabiî
— İyi de senin ne işin var?
— Karışma sen, düş önüme bakayım
— Anne
— Behçet, sükût et.
— Peki anneciğim
Üç araç değişimi ve yığınla trafik sonrasında iki saatte varabildiler adliyeye. Hidayet tahta sıraya oturmuş, yanında avukatıyla konuşuyor durmaksızın. Behçet bir elindeki tebligatın tarihine baktı, bir avukatla Hidayet’in koyu muhabbetine… Ses etmeden girdi mübaşirin onu çağırmasıyla ve ön sıradaki yerine geçti iki eli önde kavuşmuş halde. İlk formalitelerin ardından hâkim sordu.
— Niye boşanmak istiyorsun?
Behçet’te çıt yok, zaten Hidayet’ten sıra geleceği de yok. Bir başladı anlatmaya, yılbaşı gecesi Behçet’in mikrofonu kapmasından sonra olanları. Hidayet anlattıkça anlatıyor, hâkimin gözler büyüdükçe büyüyor… Dans kısmına geldiğinde hâkim dayanamadı ve atıldı söze
— Yapma ya, demek hepsiyle!
— Ah ah, hiç sormayın Hâkim Bey! Düşünsenize o anki durumumu, kadınlık onurum yerin yedi kat dibine indi.
— Demek hepsiyle, vay be!
Hidayet hem anlatıyor hem Behçet’e bakıyor ağzını buruşturup, yüzünü ekşitip… Her türlü kınama ifadesini takınmış, bir yandan da ağlamaklı, acındırmaklı…
— Pardon, bir şey mi sordunuz Hâkim Bey? Tam duyamadım da…
— Hayır, kızım devam et sen.
— Bir de gözümün içine baka baka dans ediyor. Kızları da yolda görseniz dönüp bakmazsınız, bildiğiniz çalı hepsi.
— Oh oh
— Efendim Hâkim Bey
— Anlat kızım sen, anlat
— Bir yandan dans ediyor, bir yandan bana göz kırpıyor, bir yandan içkileri bardak bardak götürüyor… İçsin, içmesine bir şey demiyorum; ama el âleme ne diye içirirsin?
— Oğlum elin kızlarına içki de mi içirdin sen?
— Sayın Hâkim…
— Sus, sana da gelecek sıra. Beklemeyi öğren önce
— Peki, Sayın Hâkim
— Bakın, görüyorsunuz değil mi? Şu giydiği gömlek, kravat, hele o gözlük… Ben bu adamla bir dakika daha evli kalamam. Lütfen, hemen bitsin bu iş Hâkim Bey
Hâkim gözündeki gözlüğü burnuna iyice ortaladı, gözlük üstünden bir kez daha baktı heybetli Hidayet’e. Başını yukarı aşağı salladı ve “Yaz kızım, gereği düşünüldü…”
Karar yazılmış, Behçet’in söz hakkı son kez olmak üzere elinden alınmış, evli olarak girdikleri kapıdan yeni kanun uyarınca bekâr olarak çıkmıştı ikisi de. Başı önünde, çevreden bîhaber yürüyen Behçet, mübaşirin sesiyle irkildi.
— Behçet Kefiloğlu!
Annesiyle birbirlerine bakındılar korkuyla. Her girenin tutuklu çıkacağı saplantısıyla geldikleri adliyede ikinci kez ismin söylenmesi; içerinin provasını yapar gibi, konuşacakları aldıkları bel hizası parmaklıklı kürsü; kompozisyona uyumlu siyah cübbeler… Çaresiz, geri dönüp bir kez daha girdi duruşma salonuna. Behçet’i gören hâkim hınzır bir çocuk gibi bakmaya başladı aniden.
— Gel oğlum, korkma gel!
— Buyurun Sayın Hâkim
— Şu kızlar vardı ya, dans ettiklerin hani…
— Evet, Sayın Hâkim
— Bu işin sırrını bana da söylesen ya oğlum, yaklaş biraz
Hâkim iyice eğildi ve Behçet’in kulağının dibine geldi. Konuşmadan önce, dinleyen var mı diye yandan birkaç bakış attı çevresine ve kimsenin duymayacağına emin olunca büyük sırrını paylaştı nihayet
— Şu pembe kravattan kurtulmak için üç yıllık maaşımı dökmeye razıyım.